Herkes biraz kendisi ama daha çok başkası.
Her şey ve hiçbir şey iç içe.
Sosyal medyada yer alabilmek ontolojik bir hal aldı.
Etrafınıza baktığınızda herkesin kafası önünde başka bir dünyada yaşadığını görüyorsunuz.
Herkes hipnoz olmuş gibi!
Ruhlar sanal alemlerde bedenler reel hayatlar yaşıyor.
Göründükçe ve görüldükçe yalnızlaşılıyor aslında.
Günümüzde var olmak demek sosyal medyada sürekli paylaşımda bulunmak demek.
İnziva artık ütopyaya dönüştü.
Oysa ki var olmak ve var olma sebebimiz birilerine “dünyada iyi ki böyle insanlar da var “dedirtebilmek değil miydi?
Sosyal medyayı sürekli izleyen ama hayatlarından, görüşlerinden bir şey paylaş (a)mayan ama her daim online olan bir kitle var ki o da ayrı bir durum!
Skopofili :Bakmaktan alınan haz anlamına geliyor.
Sandığımızdan daha fazla zincirle bağlıyız gösteri dünyasına. Herkesin birbirini gözetlediği ama aslında hiç kimsenin birbirini görmediği bir kısır döngüye hapsolduk.
İnsan nereye giderse gitsin gösterisini de beraberinde götürüyor cep telefonu ve internet aracılığıyla.
Gündeme dair doğru ya da yanlış olduğunu sorgulamaksızın sürekli bilgi edinme bir hastalık haline dönüştü.
Bilgi fazlalığı insanı daha iyi, daha çabuk, daha derin anlamaya yeterli gelmiyor ne yazık ki!
Herkes de bir akıl tutulması yok mu sizce de?
Bir isteksizlik, bir belirsizlik, bir tatminsizlik duygusunun içine boğazına kadar gömülmüş hayatlar yaşıyor birçok insan.
Bankacı bir tanıdığım söyledi geçen gün;” İnsanlar ev alabilmek için mortgage de alabilecekleri en üst limiti alıyorlar. İnanılır gibi değil!”
Neden?
Gerçekten neden?
Sonra bu borcu ödeyebilmek için dışarıda eşiyle sinemaya bile giderken, hatta marketten peynir seçerken bile fiyatını hesaplar hale geliyor. Ama en lüks evde oturuyor. Bu eziyet, bu hırs, bu hedef odaklı yaşamlar ruhlarımızın yaşamdan alması gereken hazlara ket vurmuyor da ne yapıyor?
Yanı sıra her yer mesaj bombardımanına tutulmuş halde. “Şu kadar boyun varsa şu kadar kilon olmalı, tatile gideceksen şuraya gitmelisin, yabancı dil mi öğrenmek istiyorsun şu programı indirmelisin, çocuğunu anaokula göndereceksen şu okula yazdırmalısın, şarap içeceksen bu marka olmalı” vb. her yer kalıplar, her yer hedefler, her yer mesajlarla dolu.
Değerlerimizi unuttuk hedef odaklı bir toplum olduk.
Bu kadar görsel dürtü ve seçim özgürlüğünüz varken egoist veya narsiste gibi lanetlenmiş sıfatlardan bahsetmek haksızlık olmuyor mu?
Biz toplum olarak kendimize değer veren işi işte bırakmayı becerebilen, çocuğuna birey olmayı öğretebilen, bize iyi hisler veren hobilere sahip, kendi ruhumuzun ihtiyaçlarına kulak verebilen bir toplum değiliz, kabul edelim.
Zaman da yaşam da bu konuda çok acımasız. Hayatımızın zenginliği de fakirliği de tercihlerimizle oluşuyor.
Bize hayatta duygu lezzeti veren şeylere biraz zaman ayırmayarak kendimize yapılabilecek en büyük haksızlığı yapıyoruz.
Kendimizi kötü hissettirecek insanlarla bir arada olma devamlılığımızda bir radikallik yaparak vazgeçmeme tembelliğinin sebebi nedir?
Yalnız başımıza deniz kıyısında yürüyüş yapmayı sadece bir aktivite olarak görmeyeli kaç yıl oldu?
Size iyi gelen şeyleri düşünün; bulunmayı istediğiniz mekanları, sevdiğiniz insanları, kulağı okşayan ezgileri, koklamayı sevdiğiniz kokuları ve içinizi titreten duygularınızı şöyle bir düşünün.
Kilo vermek için gösterdiğiniz çabanın ne kadarını ruhunuzun formda olması için gösteriyorsunuz?
Hadi harekete geçin!
Şimdi.
Küçük bir şey bile olsa, ruhunuza iyi gelecek farklı bir şey yapın.
Sevgilerimle
Didem Tınarlıoğlu