Avusturya halkının çok dikkatimi çeken bir kelimesi var. Grüß Gott diye yazılan grüsgod diye telaffuz edilen, karşı tarafa gülümsenerek söylenilen bir selamlama cümlesi. Sokakta, metroda, otobüste, müzede, restoranda her yerde karşılaştığınız kişiler size bu cümle ile gülümseyerek yaklaşıyor. Yanlış anlamayın tanıdığınız kişilerle girilen bir selamlaşmadan söz etmiyorum günlük hayatın içindeki gülümseyen yüzlerden, birbirlerine saygı ve sevgi duyan insanlardan bahsediyorum.
Şimdi ülkemize dönüyorum. Birbirlerinin gözüne bakmaktan kaçınanlar, giyiminden kıyafetinden birbirlerine ön yargılı yaklaşanlar, hatta tanıdığını görüp diyaloğa girmemek için kaldırım değiştirenlerle dolu dört tarafımız. Peki neden böyleyiz? Neden mutsuzuz? Neden bölünmüşüz? Neden her şeyden şüphe duyuyoruz? Bunun nedeni sürekli incinen adalet duygumuz mu, insanların git gide daha kötü olduğunu düşünmemiz mi, toplumun temel değerlerini yitirdiği konusundaki düşüncelerimiz mi? Açıkcası tam olarak bilmiyorum ama bize büyüklerimiz tarafından anlatılan o daha birlik, o daha güzel, o daha anlamlı günleri özlemeden edemiyorum. Hani şarkıda diyor ya, “biz büyüdük ve kirlendi dünya” diye acaba gerçekten öyle mi? Yoksa teknolojinin gelişimi, yalnızlaşmak ve bölünmek gibi kavramları da yanında getirerek yavaş yavaş bu olumsuzlukları hayatımıza zerk mi ediyor? Yoksa ülkemizde sürekli değişen eğitim sistemleri, bir türlü geleceğini planlayamayan gençler, ne olmayı istediğini sorduğunuzda hiçbir fikri olmayan öğrenciler, iş dünyasında sömürülen işçiler memurlarla dolu olan ülkenin mutsuzluğu sokaklara, okullara, metrolara mı yansıyor? Çocuklar gibi şen olmak sadece o yaşlarda kalan bir deyim haline mi dönüşmüş durumda. Bu soruların hepsine cevabım sanırım evet.
Sizlere ülkemiz ile ilgili birkaç çarpıcı istatistik de sunmak istiyorum. Bunları aktardıktan sonra hem yukardaki durumun çok sürpriz olmadığını hem de gelecek ile ilgili kaygılarımı aktaran birkaç sonuç cümlem olacak.
Yapılacak ve şimdiye kadar yapılamayan şey çok net. Aileden, mahalleden, okuldan iş dünyasına kadar uçtan uca eğitim her anlamda çok ama çok önemli. Biz okumayı, öğrenmeyi unuttuk. Unuttukça bireyselleştik. Bireyselleştikçe cimrileştik ve yabanileştik. Bu ülkenin her şeyin önüne ve önceliğine eğitimi ve kültürü yerleştirmesi gerekiyor. Gelin okuyunca belki de çok şaşaracağınız bazı verilere bakalım.
Ülkenin sekseniki milyon nüfusuna göre;
Okuma yazma bilmeyen 2.024.979 kişi- %3
İlkokul Mezunu (5 yıllık):17.579.747- %24
Okuma-yazma bilip okul mezunu olmayan: 7. 782. 603- %11
Diplomasız İlköğretim mezunu (8 yıllık):5. 678. 694- %8
Diplomalı Ortaokul ve Dengi meslek Okulu: 13 365 564, %18
Diplomalı Bilinmeyen: 620 860-%1
Biraz toparlayalım:
Cahil sayılabilecek kesim:47.052. 447-%63
Lise ve Dengi Meslek Mezunu: 15. 426 019-%21
Yüksek Okul/Fakülte Mezunu: 10. 257. 791- %14
Yüksek Lisans ve 5/6 yıllık okul: 1. 083. 331- %1,5
Doktora Yapmış: 211. 581- %0,5
Yani özet bir deyişle 47.052.447 nüfusa 6 yaşa kadar olan kesimi de (8 milyon) eklersek, 55 Milyon insanımız eğitimsiz denilecek seviyededir. Diğer bir ifade ile; nüfusumuzun %67 si öğretimsiz/eğitimsizdir ya da çok düşük eğitim öğretim düzeyindedir. Toplam 82 Milyonun sadece 27 Milyonu ki o da toplam nüfusun %33’ü etmektedir, lise ve üstü öğretim/eğitim seviyesindedir. Hiç okul bitirmemiş 6 yaş üstü insan sayımız 9 milyon 807 bin 582 dir. Bunun çoğunluğunu, (6 milyon 185 bin 858) kadınlar oluşturmaktadır.
Nüfus sayımı kayıtlarından anlaşıldığı gibi, eğitim/öğretim durumuna göre Türkiye’de en çok ilkokul mezunu bulunmaktadır. (17 milyon 580 bin) Kaynak: TÜİK resmi internet sitesinde yer alan 01 Eylül 2020 tarihindeki bilgilerin Mehmet Asal tarafından derlenmiş hali esas alınmıştır.
Eğer birşeylerin düzelmesini hayal ediyor ve daha mutlu bir ülkede yaşamak istiyorsak önce eğitimli insan yetiştirmeliyiz. Herkesi okumaya ve okutmaya teşvik edecek sistemler hatta gerekiyorsa yaptrımları uygulamaya geçirmeliyiz. Tablo ortada. Bunu yapmaktan başka bir çıkar yol görünmüyor.
Dolar yükselince “İstediği kadar yükselsin biz almayacağız, Amerika düşünüsün”diyen ve cebindeki paranın ekonomik olarak çalındığının bile farkında olmayan, ülkesini ve kendi yaşam standartalrından sorumlu olan üç devlet yöneticisi ismi sayamayan, okumayı gereksiz bulup dünya zenginlerinin fakülte mezunu olmadıklarını örnek gösterip hayat okulundan mezun olmuş olmayı marifet sayan, geçmişini, tarihini bilmeyen ve geleceği tasarlamayı bırakın düşünmeyecek toplumla ne kadar ilerleyebiliriz?
Ülkenin okumuş insan sayısı ile okumamış insan sayısı şu anki tabloya göre yer değiştirmediği sürece bu ülkeden iyi bir gelecek umut etmek mucizden bile ötedir. Ülkemizden giden beyin göçünü, mülteci sorununu, eğitimli kabul ettiğimiz kitlenin son otuz yıldır aldığı eğitim kalitesini hiç ortaya dökmüyorum bile. Gelin gerisini siz hesap edin.
Yazım belki size karamsar veya umut çökerten bir bakış açısı olarak gelmiş olabilir. Ben de isterdim elbette ülkemizin refahından, gelişiminden, dahilerinden ve başarılarından söz etmeyi? Veriler de gidişat da yeterince ortada. Peki ne mi yapacağız? Başta kendimizi, çocuklarımızı, yeğenlerimizi, konu komşularımızı ve ne kadar çevremizde insan varsa okumaya, gelişmeye teşvik edecek, heveslendirmek için elimizden geleni yapacak ve en önemlisi bu konuyu dert edineceğiz. Zira bu ülkenin bir diğer problemi de sorunu yok varsaymak alışkanlığı, sağlıksız iyimserlikle umudu, dilemekle harekete geçmeyi hep ve daima karıştırıyor olmasıdır.
Sağlıkla kalın.
Didem Tınarlıoğlu